15. SAYI için Yazı Gönderim Son Tarihi 1 Nisan 2021


15. SAYI






GEORG LUKACS

Tertium datur: Dikotomilerden Muaf Bir Ontolojiye Doğru

 

“… Tarih ve Sınıf Bilinci’nin özel başarısı sayılan kuramsal temeller de böylelikle kesin sonuçlu olarak çökmüş oluyordu. Eski yazılarım 1918-1919’da bana nasıl yabancı düştülerse bu kitap da bana artık aynen öyle yabancı düşüyordu. Birden aklım başıma geldi: Kuramsal olarak aklımdan geçenleri gerçekleştirmek istiyorsam, işe yeni baştan başlamalıydım.”

 

1922’de kaleme alınan Tarih ve Sınıf Bilinci’nin 1967’deki Önsöz’ünde Lukacs, kırkbeş yıl önceki görüşleriyle sadece hesaplaşmıyor o dönemki çalışmalarının tamamına dair bütüncül bir reddiyeyi dile getiriyordu. Proletaryanın sınıf bilincine sağduyu karşısında mutlak bir nesnellik ve dolayısıyla üstünlük kazandırma arzusundaki çalışmasının kontemplatif bir idealizme özgü praxis kavramının ve ‘öznelliğin’ soyut evrensel bir kipinin sınırlarında kaldığını düşünen (ve bu yüzden de Althusser tarafından ‘sol sapma’ olarak değerlendirilen) Lukacs, yine öznellikle dolayımlanmış diyalektik –ve de kontemplatif olanı onunla ilişki içinde yeniden üretmiş/aşmış- bir nesnelliğin ise Lenin’de görünüşe geldiğini söyleyecektir. Bizzat pratik içinde; tabiri caizse demiri tavında döverek Lenin tarafından Marksist bir materyalizmi çalıştırarak kavranan öznellik ve nesnellik arasındaki ilişkinin formu ile Tarih ve Sınıf Bilinci’ndeki ontolojisi arasındaki uçurumun (ikisi de sırtlarını Hegel’in materyalist ve Marksist bir analizine dayadığı halde) nereden kaynaklandığı sorusu Lukacs’ın 1960’lardan itibaren üzerinde tekrardan çalıştığı kuramsal ard-alanı oluşturacaktı; ve bu yüzden “işe yeniden başlamalı”ydı.

İşe yeniden başlamanın sonucu, 1960’lı yıllar boyunca verdiği derslerde odaklanmış olduğu tartışmaların yeni bir kampfplatz kuran ve yeni bir felsefi/politik pozisyon belirleyen Toplumsal Varlığın Ontolojisi oldu. İddiamız şudur ki Lukacs, oldukça kapsamlı olan bu çalışmanın omurgası olarak Hegel’in yeniden bir değerlendirmesinin ortaya çıktığı Çelişkiler Yığını Ortasında Hegel’in Diyalektiği ve Hegel’in Diyalektik Ontolojisi ve Refleksiyon Belirlenimleri metinlerini seçmiş ve Marx’ın metodoloji, tarihsellik ve politik iktisatla ilgili savlarını böyle bir zeminde değerlendirerek Marx’ın Temel Ontolojik İlkeleri’ni de bu perspektifle yeniden üretmiştir. Hegel ve Marx’ın ontolojilerinin 1900’lü yıllarda karşılaşarak cedelleşmek ya da değerlendirmek zorunda kaldığı diğer ontolojilerle giriştiği polemiği de; Sartre ve Merleau-Ponty üzerinden varoluşçulukla, Hartmann üzerinden Yeni Kantçı ontolojik düalizm ve çoklaşma ile, ve nihayetinde öznellik vurgusu karşısında ‘nesnelliği’ vasat bir yansıtma teorisi ile kurgulayan pozitivizmle sürdüren Lukacs, sistematik olarak da Emek, Yeniden Üretim, İdeal ve İdeoloji, Yabancılaşma kavramlarını da bütünlüklü bir ontoloji yolunda işe sürer.

Bir şeyin ne’liğinin toplumsallık ve onun bileşenleri aracılığıyla tarihsel momentlerde belirlenebileceği önermesinin merkeze alındığı bu ontoloji, “tarihin özdeş özne-nesnesi olarak proletarya” savlarının yerini aldığı halde Lukacs’ı hala Tarih ve Sınıf Bilinci üzerinden düşünmenin yaygın olmasından hareketle kampfplatz olarak hem Lukacs’taki uzun yıllara yayılan bu dönüşümü hem de Marksist ontolojinin Lukacs’ta belirlenim kazanmış formunu kavramak ve tartışmak istiyoruz.

Klasik felsefe yapma pratikleri ile bağını koparmış ve kendini yoğunluklu olarak politik uzamda ifade eden 20. Yüzyıl düşünürlerini ve bu düşünürler aracılığıyla hızlanan zamanı ve korkunç bir devinimle hareket eden Varlığı anlama çabamızda 12, 13 ve 14. Sayılarda sırasıyla Ernst Bloch, Frantz Fanon ve Jacques Ranciere’i sayfalarına çağıran kampfplatz şimdi de özellikle yukarıdaki izlekle ilgisinde ama aynı zamanda Lukcas’ın diğer tartışmalarını da içerecek bir şekilde 15. sayısı için sizlerden çalışmalarınızı bekliyor.

Yazılarınızı 15 Ocak 2021 tarihine kadar kampfplatzdergisi@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

 







  

    

 14. SAYI


14. Sayı için Yazı gönderim tarihi 1 Ekim 2020'ye uzatılmıştır.





Louis Althusser çevresinde başlayan entelektüel yolculuğunu, kendi hocasından başlayarak giderek tarihin entelektüel figürü olarak filozofa başkaldırmaya kadar götüren bir düşünür, belki de anti-filozof Jacques Rancière. Fransa’nın entelektüel tarihinde 1960’larla başlayan dalga içinde kimi zaman akıntıyı arkasına almış bir Marksist, kimi zamansa “ustalarına” yüz çevirmiş bir dalgakıran. Hep karşı çıkışlarla yolunu çizen bu aykırı eleştiri ustası, o zamandan bu yana felsefeden siyasete, tarihten sinemaya kendi özgün patikasında ilerliyor. Bugün Jacques Rancière’nin özgün bir felsefesi var mıdır, yoksa başka filozofların gölgesinde kendini var eden bir eleştirmen midir sadece? Filozof karşısında zekânın hiyerarşik örgütlenmesine karşı çıkarak proleterin yanında saf tutan bu düşünür, entelektüel rolü ellerinden çalınanların sözcülüğüne soyunurken filozofun tahtına kendisi göz dikmiş bir aydın mıdır? Yoksa sınıf mücadelesinde Sezar’ın hakkını cansiperane savunan bir özgürlük filozofu mu? Kitapları önemli oranda Türkçeye de kazandırılmış olan Rancière’yi tartışmak, sadece bir entelektüeli değil, Marksizmin yapısalcı ve post-yapısalcı momentlerini tartışmak ve Althusserci mirası da hatırlamak anlamı taşıyor.

kampfplatz 14. sayısını Jacques Rancière’ye ayırıyor.

Yazılarınızı 1 Ekim 2020 tarihine kadar kampfplatzdergisi@gmail.com adresine yollayabilirsiniz.


14. Sayı Sinema Köşesi






13. SAYI


13. SAYI RAFLARDA!