Herkese
her yerde ve her koşulda haberi, şu hayırlı haberi duyurmak gerekir:
Bilmediğimizi öğretebiliriz (…). Bu öğretimin ilkesini vermek lazım: Önce bir şey öğrenip her şeyi şu ilkeye göre
onunla ilişkilendirmek gerekir: Bütün zekâlar eşittir.[1]
Jacques
Rancière
Herkes duydu mu haberi? Birilerini
kızdıracak bu haber eşitliğin ulaşılacak bir hedef değil, her ilişkinin olmazsa
olmaz koşulu olduğunu ilan ediyor. Fakat eşitsizlik elçileri için kötü bir
haber bu. Onlar eşitlik savunucularını bir ideale, bir ütopyaya ya da bir
nostaljiye kapatarak iktidarlarını devam ettirebileceklerini düşünüyorlardı.
Oysa şimdi bir fikir kendi gerçekliğinde ısrar ediyor; kapasiteler ve zekâlar
arasındaki eşitlik fikri eşitsizliğin elçileri için beklenmedik bir direnç
haline geliyor. Jacques Rancière’in estetik, siyaset ve tarih okumalarını kat eden bu fikrin
temas ettiği her kavram şimdi soybilimsel güçlerle birleşerek başka bir düşünme
ve eyleme sahasına çağırıyor bizleri. Burada bakış açısında büyük bir değişim
söz konusu. Kim ve ne olduğumuza dair düşünce çabasını kim ve ne
olabileceğimize bağlayan bir değişim. Egemenlerin belirlediği düşünme ve eyleme
kalıplarına bir itiraz ve dahası hayatlarımıza gömülü hiyerarşik anlatıları
içeriden infilak ettirme olanağını üreten bir müdahale var karşımızda. Jacques
Rancière’le birlikte
bu müdahalenin uzamının epistemolojiden estetiğe, siyaset teorisinden felsefe
tarihi okumalarına dek genişlediğini görüyoruz. Filozof ve Yoksulları’nda zamanın ve uğraşların bölüşüm mantığını
sorunsallaştıran bu müdahaleler dizisi, ezilenlerin, düşünme etkinliğinden
dışlanmasına dayalı anlatıları nasıl tersine çevirebileceğimizin ipuçlarını
veriyor. Ezilenler kendi yer ve zamanlarından, kendilerine biçilen rollerden
çıkmaya cüret ettiklerinde meydana gelen düşünme ve eyleme kudretlerinin izleri
sürülüyor. Pedagoji içerisinde oluşan bilgi hiyerarşisinin pratik olarak nasıl
kırıldığını gösteren Cahil Hoca,
zihinsel özgürleşmenin irade ile zekâ arasındaki ittifak üzerinden gelişebileceğini
öne sürüyor. Joseph Jacotot adıyla kutsanan bir zihinsel özgürleşme pratiği
içerinde eşitlik önermesinin bizlerden sökülüp alınamayan bir irade önermesi
olduğu ortaya koyuluyor. Siyaset Üzerine
On Tez, bir yandan arkhe
mantığına dayalı her siyaset fikrinin ardındaki paradoksal öğeleri toplarken
diğer yandan da bizlere yönetilemeyen ve herhangi bir yönetimin ilkesi olmayan
bir demos imgesi sunuyor. Ne yönetme
ne de yönetilme yetkisi bulunan, hatta söz söyleme olanağı elinden alınmış demosun her iktidar pratiğinin hatta
kendi egemenliğine dayalı bir iktidarın bile altını oyma kapasitesine nasıl
sahip olabildiğini tartışan Demokrasi
Nefreti, bir skandalı, “demokratik skandalı” gündemine alıyor. Siyaseti,
estetiği ve tarihi dik kesen kurmacaların tam da kendi sınırlarındaki
işlemlerini örtbas ederek kendilerini tam ve bütün olarak sunabildiklerini
işleyen Kurmacanın Kıyıları, bize bir
şeyin kendi olmayanla kurduğu eşitsiz ilişkinin izlerini sürmeye davet ediyor.
Bilhassa sanat rejimleri içerisinde sanat ile sanat-olmayanı ayıran sınırları
bozmak için ortaya koyulan müdahalelerin tartışıldığı Görüntülerin Yazgısı ve Estetiğin
Huzursuzluğu, müdahale dizilerini Jacques Rancière’in “duyulurun paylaşımı” adını
verdiği işbölümü mantığının çözümlenmesine doğru ilerletiyor. Şimdi estetiğin
bir ortaklık fikrine, ortak olanın geri alınmasına yönelik bir ufka açıldığını
görüyoruz. Özgürleşen Seyirci ile
birlikte görüntü, söz ve davranışların duyumsanabilir uzamındaki hiyerarşik
düzenlemelerin sorgulanması sonucunda seyirci özgürleşmesinin imkânlarıyla
karşılaşıyoruz. Bu müdahale dizileri Uyuşmazlık:
Politika ve Felsefe’de mutabakat düzlemlerine aykırı duyumsanabilir
uyuşmazlık pratiklerini, Tarihin Adları’nda
ise şeyler ile sözcükleri birbirine bağlayan tarih anlatılarının yarattığı
kısırdöngülerin ötesine uzanan bir bilgi poetikasını kat ediyor. Jacques
Rancière’in düşünce ve
eyleme uzamını dışarı açma çabasının bu müdahale dizileriyle güçlenerek
ilerlediğini görüyoruz. Béla Tarr, Ertesi
Zaman’da egemen anlatıların kurduğu lineer zaman dizilerinin dışında,
hislerin yoğunlaştığı ve zamanın ufkuna açıklığın yerleştiği bir ertesi zaman
kavramı buluyoruz. Ama yine de şu soru geliyor akla: Nedir tüm bu müdahaleler
dizisinin anlamı ve biz bugün bunlara neden kulak verelim? Bu soruya gerçek bir
yanıt verebileceğimize inanmamız için Jacques Rancière’in bizlere armağan ettiği eşitlik
mefhumuna bir daha dönüyoruz burada. Her türlü simetrik işbölümü fikrinin
sorgulandığı, düşünmenin ve eylemenin, tarihin kadim hiyerarşik anlatıları
içerisinden çıkarılıp iradenin kudretine teslim edildiği, özgürleşme fikrinin
eşitlik önermesiyle yeniden buluşturulduğu bir düşünce serüveni var
karşımızda. Çünkü eşitlik bir aksiyomdur, hareket noktamızdır. Eşitliğin
yaratıcı müdahalesine ihtiyacımız var. kampfplatz
bu sayıda Jacques Rancière’in
sunduğu müdahaleler dizisine odaklanıyor ve onun düşüncesini kavga alanında, hareket halinde
anlamaya çalışıyor. Kavga alanı şimdi Jacques Rancière’in şiarıyla müdahalenin olumlayıcı
anlamını keşfetmek üzere açılıyor: Bütün zekâlar eşittir.
kampfplatz bu sayıda sinema bölümünde Bong
Joon-ho’nun Parazit filmini gündemine
alıyor. Sert bir eşitsizlik rejiminin hüküm sürdüğü, çok yüzlü sınıfsal
karşıtlıkların derinleştiği günümüz dünyasına iki aile, iki mekân ve iki
sınıfın bölünmüş dünyasından bakan film, bize bölünmenin mantığına dair ilginç
gözlemler sunuyor. Arka planında bir savaş güncesini taşıyan filmin
detaylarında birçok ipucu gizli. Bu sayıda detaylardaki ipuçlarını izlemeyi
deniyoruz.
Son bir söz daha. Covid-19 pandemisi başladığından
beri, gezegen, insan türü, toplum ve kapitalizm üzerine çok şey yazıldı, çok
şey söylendi. Ancak henüz bitmemiş bir süreç hakkında söylenen her şey
güncellenmeye ihtiyaç duyuyor bir diğer yandan. Belki de düşünme ve eyleme
kuvvetlerimize, düşünme ve eyleme imkânlarımıza ne oldu diye sormak gerekir bu
noktada. Sinizmin her yana yayıldığını görüyoruz. Bir yandan türün sonuna
ilişkin eskatolojiler diğer yandan da apolitik gelecek tahayyülleri sarıyor
etrafımızı. Tüm bunlar düşünme ile eylemenin organik bağını koparırken,
düşüncenin müdahale imkânlarını da gölgeliyor. kampfplatz, bu gölgelemeye karşı bir hareketin peşinde. Bu çabasını
güçlendirerek, ortak bir mekân ve zamanın, hiyerarşik olmayan yeni bir
anlatının izinde ilerlemeyi deniyor. Kavga alanı terk edilmiş değil. Yeryüzüne
inancımızı yeniden icat edeceğimiz bir kriz anındayız. Zekâlar eşit, kavga
çetin. Bu kez şu hayırlı haberi duyurup ortak olan üzerindeki tahakkümü
kırmanın imkânlarını aramaya çalışıyoruz. Eşitsizlik elçileri her zaman söylem
alanını kendi mülkleri gördüler, şimdi hiç konuşması beklenmeyenler eşitlik
sancağı altında birleşiyor.
[1] Rancière, J.
(2018). Cahil Hoca: Zihinsel Özgürleşme
Üstüne Beş Ders. (S. Kılıç, Çev.). İstanbul: Metis s. 101.